18 Mart 2011 Cuma

JAPONLAR NÜKLEER KRİZDEN İNANÇ KRİZİNE GİREBİLİR

1985 Sovyetlerin Çernobil Nükleer krizi toplumda güven bunalımına neden olduğunu ve soğuk savaşın bitişini hızlandırdığını biliyoruz. 11 Mart 2011 Fukuşima Nükleer krizi Japonlar için aynı etkiyi yapma kapasitesine sahiptir.
Artık yıllarca içilecek sütler ve yiyecekler güvenli değildir.Japonlar varoluş krizini fazlası ile yaşayacaklar. Japonlar İmparatorlarını Tanrı gibi gördüklerinden onun sesini 1945 Hiroşima’dan beri duymamışlardı .Tanrısal statünün bozulması Japon inanç sisteminin çöküşü demektir.
Japonlar ilginç insanlar. Çok çalışkan olmalarında inanç sistemlerinin büyük rolü var. İnanç sistemleri Şintoizm her şeyin dünyada olup bittiğini vurguluyor. İradi sorumluluklarına  çok anlam yükledikleri için intihar vakaları özellikle ileri yaş intiharları dünyada en yüksek Japonya da yaşanıyor. Kendilerini yetersiz hissettiklerinde yaşam sebebim ortadan kalktı algısı devreye giriyor ve kolayca harakiri yapıyorlar. Travma karşısında  ortak tepkilerini iyi anlamak gerekir.
Budizm ise tersi her şeyi  dış iradeye bırakıyor. Bu nedenle Budistler rahat ve tembel oluyorlar.
Japonyada Hiroşima  tecrübesi nedeniyle nükleer bombalara aşırı psikolojik hassasiyetleri vardı. Son Tsunami değil nükleer tehlike Japon toplumunda uzun süreli post travma etkisi yaşatacak gibi gözüküyor.
Yıllar önce Japonya’ya gittiğimde Tokyo’da karga tapınağını ziyaret etmiştim. Havuza para atıyorlar bir yıl musibetten korunacaklarına inanıyorlardı.
İnanç sisteminin teselli etme gücü son Japon Çernobil’i olan Fukuşima’da yetersiz kaldı. İmparator inanç sistemlerini zorlayarak endişeli olduğunu dua ettiğini ve yardım istediğini duyurdu. İmparatorun Tanrısal statüden vazgeçmesi anlamlı bir harekettir.
Japonlar Türkler gibi lider tipi bir toplumdur. Liderleri inanç ve din değiştirirse bütün halk ona uyar.Tam 100 yıl önce Osmanlı’dan din arayışı içinde yardım istemişlerdi. Giden heyet ehil olmadığı hatta kötü niyetli olduğu için Japonlara sünnet, şarap, domuz eti gibi ikincil konuları hemen anlatan heyet metodolojik hata nedeniyle sonuç alamamışlardı, hatta heyeti taşıyan gemi okyanusta batmış Devleti Osmaniye’ye dönememişti. Abdülhamit’in bu konuda vasiyeti olduğu biliniyor

 Japon Prensi Osmanlıyı İslam dinini incelemek için ziyarete geliyor Sultan Abdülhamit özellikle ilgileniyor ve 1944 de 90 yaşlarında vefat eden vefat eden Kazan Türkü Abdürreşit İbrahim'in mektubu hakkında Sultan Abdülhamit Han'ın düşüncelerini gene Sultan Abdülhamit Han'ın ağzından okuyalım.
Hadiseyi Fethi Okyar naklediyor;
"Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Tarihini sarih olarak söyleyemeyeceğim, fakat Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyet'i yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âliminden mektup almış, Japonya'daki İslami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti.
İslam âleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkârı olmaya çalıştığını bu âli vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan her şeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka Rusça, Japonca biliyordu. Avrupa'yı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin'i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latinceyi de öğrendiğini yazmıştı.Japonya'da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık, akıl, ilim, ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsil edecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyet'in de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi.
Fakat bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid'in büyük ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupa'dan getirttiği ecnebi muallimlerden ders alanların kâfir olacağını söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi. Bilhassa Anadolu'da, bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor.
Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim... Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet'in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi...Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu..." diyor ve ekliyor Sultan Abdulhamit Han; "Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var. Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi demir tavında dövülür darb-ı meselemiz olmuştur."
Japonya varoluş bunalımı ve inanç krizine girmektedir.Japonya’ya örnek olacak ilim irfan kaynağı alimlerimiz Türk Diyanetinde fazlası ile var. Cumhurbaşkanı seviyesinde bir manevi kriz yönetimi yardımına çok ihtiyaç var diye düşünüyorum. Şefkatli Sultanın vasiyeti yerine gelmiş olur belki de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design By | Haberaloji
Tedavisi Ne iyi gelir mp3 dinle